Posts

Showing posts from 2007

Yeni Yıl

Tarif et deseler, edemeyeceğim, analt deseler nereden başlasam bilemediğim bir duygu.... Çok derinlerde, en diplerde kalan bir yalnızlık duygusunun karşı konulmaz cazipliği belki de.... Kalabalıklar içinde yalnız kalma isteğinin son çırpınışları... Bahsi geçtiğinde sözüm ona hiç sevilmeyen bir duyguyu sonuna kadar hissetme isteğim ne zaman son bulucak bilmiyorum, sanırım asla, beni ben yapan duyguların en başında geliyor çünkü... Yalandan yapamıyorum, oyun oynayamıyorum, nasılsam oyum, ben buyum! içimdeki benle yalnız kalmak onunla vakit geçirmek o kadar iyi geliyor ki bu duyguyu çok özlüyorum.... İstemediğim diyologlar dönmüyor çünkü, başım ağrımıyor, sessizliğin sesi kulaklarımda en güzel müzik olarak çınlıyor... Ayırt etmek istiyorum kendimi herkesten, kendime ihanet etmek istemiyorum, herkes gülerken ben somurtmak, en ufak birşey de mutlu olmak, saçma sapan bir söze alınmak, minik br yawru kedi görünce ağlamak istiyorum... Anılarımla baş başa kaldığım anların sonunda bugünüme şükre

2.Rüya

Aradan tam olarak bilmiyorum kaç gün geçti ama çok fazla uzun bir zaman olmasa gerek... Başrolde Onun olduğu film gibi bir rüya daha gördüm. Şu an yazdığım her cümle ile rüyaların ilk anki büyüsüne tekrar kapılıyorum. İçimde garip bir sevinç müthiş bir özlemle birleşiyor... Olmadık hayallere kapılıyorum.... 2. RÜYA:Bir evdeyim, tanımadığım bir evde ve tanımadığım insanlarla...Karı koca oldukları her hallerinden belli olan yaşlı bir çift var yanımda... Oturuyoruz.... Ben yine nerede ve kimlerle olduğumu idrak etmeye çalışırken kapı açıllıyor ve O içeri giriyor. -Hoşgeldin -Hoşbulduk... diyiveriyorum. Anlıyorum ki, onun evindeyiz, bu yaşlı insanlar da eşinin ailesi ve beraber bu evde yaşıyorlar. Az sonra da kapıda eşi beliriyor. Sevimsiz bir tanışma faslı başlıyor. Zira oldukça soğuk ve mesefeli bir sohbet hemen ardından geliyor. Burada sadece arkadaşım için bulunduğumu sürekli kendime hatırlatarak bu duruma sabretmeye çalışıyorum. Sonra evin arka tarafına doğru gidiyoruz, eski mobilyal

1.Rüya

Rüya... Bilinç altımızın kurmacaları, oyunları... Uykumuzun derinliklerindeki sisli perdenin ardında neler yaşamıyoruz ki? Kimi zaman hiç bitmesini istemediğimiz bir aşk filminin baş kahramanıyız, kimi zaman da peşimizdeki korkunç canavarlardan kaçabildiğimiz kadar kaçtığımız karanlık bir ormanın ortasındayız... Yorumlarız, inanırız, tersi çıkar deriz, kan görmüşsek bozuldu deriz, uyanınca unuturuz uyuyunca da devamını görürürüz... Bazen sevdiğimizi görebildiğimiz tek yerdir ...Kavuşamadıklarımızı, ayrıldıklarımızı, ayrılmak zorunda kaldıklarımızı... Hayatımızın hem içinde hem dışında.... Başka boyuta firarlarımız.... Rüyalara hangimiz inanmayız? Bundan birkaç gece önce gördüm onu rüyamda... Nasıl mı ? Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum....1.RÜYA Kapalı bir yer, sanırım bir ev, bir odanın içindeyim. Etrafımda tanımadığım ama her nedense kendime yakın hissettiğim insanlar var. Hepimiz bir bekleyiş içindeyiz. Telaşlı, meraklı... Üzgün bir hava hakim o hiç tanımadığım yerde ve insanların yü

Sinirli Yazı

Yazamazmışım dediler.... Bilmem kaç yıllık bir geçmişin gölgesinde kalan kelimelerim yoksa artık eski heyecanı ve etkiyi uyandırmaz mı oldu... Geçen zamanla beraber benim yazılarımın da mı modası geçti yoksa? Kimbilir belki de öyle oldu, belki de ben farkında değilim arkamdan konuşulanların, hakkımda sarfedilen kelimelerin benim kelimelerime ne kadar uymadığının.... Bazen bazen o kadar kızıyorum ki kendime, ruhumu saran miskinlik ve üşengeçlik yüzünden görmezden gelmem kendimi, kişiliğimi yıprayor bütün düşüncelerimi.... Yalnız geçen koca bir günün ardından, tek kelime bile çıkmadan ağzımdan, yitip giden bütün korkuların üzerine bir sünger çekmişken, parmaklıkların arasından dünyaya bakarken, geçmişin ne kadar da karışık, bugünün ne kadar da saçma sapan geleceğin ise ne kadar korkutucu olduğunu düşünürken birisinin dürtmesi mi lazım sürekli beni ya da benim mi birilerini aramam gerek... Çok havalı, çok özel, çok yeni, çok sıradışı cümlelerden oluşan bir yazı gibi beynim...Korkuyorum

Üzgün yazı

Şimdi bir kaç yıl öncesine gitti aklım... Birkaç yıl öncesinin "ben"inine... Ne kadar vurdumduymaz, ne kadar bencil... Çok değil, sadece birkaç yıl. Bu kadar kısa bir zaman yetiyor mu değişmek için, kendine gelmek için bu kadar kısa bir zaman yetiyor mu? Ya da değişen, kendine gelen birileri yoktur belki de...Belki de gördüğümüz herşey, yaşadığımız tüm bunlar sadece hayaldir. Belki de hepimiz hayalimizi yaşıyoruzdur. O yüzden kurduğumuz hayaller gerçekleşmiyordur... Birşeyleri değiştirmek ya da düzeltmeye çalışmaktan vazgeçtim artık... Çünkü anladım ki gücümün yetmediği, kabullenmem gereken şeyler bunlar. Hayatı geldiği gibi yaşamaktan bahsediyorum. Bazı şeyleri içime sindirmekten... Zorlanıyor muyum? Elbette.. Hatta bazen canım acıyor, kalbim kırılıyor. Açık havaya atıyorum kendimi, ufak bir yürüyüş önceleri de olduğu gibi iyi geliyor.Attığım her adım aydınlığa açılan kapıma yaklaştırıyor beni. Aslında içime sorsanız kalbime sorsanız o kadar kırgın ki birilerine, o kadar üz

Bu Sonbahar başka Sonbahar

Yaz mevsiminden yeni çıkmış bedenim ve ruhum biraz yorgun şimdi... Ne de olsa uzun bir yaz oldu.... Hiç olmadığı kadar sıcak, sessiz... Farklıydı bir o kadar da aynıydı... Yazdı işte... Sadece yaz... Her geçen yıl değişen iklim şartları korkutuor şimdi. Yılın en yağışlı aylarından birini böyle kupkuru karşılamak hiç yakışımıyor biz İstanbullulara... Ama ne gelir elden geciken sonbaharı beklemekten başka... Düşünüyorum da değişen sonbaharla beraber hayatta mı değişiyor? Beklentiler, umutlar, aşklar, her şey....Hayata dair ne varsa değişiyor mu? Beni asıl korkutan bu sanırım... Değişimden en fazla yara alanlardan biri arkadaşlık... Nasıl sonbaharda artık yağmur yapmıyorsa, havuzlarda kuru yaprak yerine hala pırıl pırıl su varsa ve ben hala kısa kollular ile dolaşıyorsam arkadaşlık da artık biribirini arayıp sormayan hatta yaşadığından bile haberi olmayan insanların eline düşmüş bir durumda... Beraber geçen onca yılın bırakın önemini hatırasını bile görmezden gelen insanların elinde oyunc

15th Street

Bırakmak kendini müziğe... Kendini unutmak oralarda bir yerlerde. Kimsenin uğramadığı, kimsenin olmadığı yerlerin birinde... Öyle bir melodi ki, insanı yazmaya teşvik ediyor. Başka alemlerde nefes almaya, yaşamaya, yaşamaktan korkmamaya.. Bir şarkı bunu sağlıyorsa , değersiz olan insan mı? Belki de bütün şarkılar değersiz, insan değer katıyor bu şarkıya... Değerli şarkıları değerli insanlar yazıyor, dillendiriyor bütün korkuları, arzuları, yalnızlıkları, panikleri, sevgiyi, nefreti... Aslında insan çok değerli...Değerli...Ama yalnız. Yalnızlık, değerli...

Çocukluğumun mutluluğu

Hayat ne garip... Geçen her yılla beraber yaşamın türlü yüzleri çıkıyor ortaya... O kadar çok şey var ki yaşanabilen ve o kadar çok acı var ki çekilebilen... Sezen Aksu şarkıları gibi hayat.... O kadar hakli ki dizeler, sözler... Zaman ne kadar da kısa. Tıpkı hayat gibi. Şarkılar gibi... Eskiden olduğu gibi... Gelecekte de aynı... Yaşayan tecrübe ediyor bunu, sırası gelen görüyor bütün gerçekleri. Yaş ilerledikçe omuzlara binen yükler artıyor, bulutlar kararıyor, uykusuzluk kol geziyor. Koca bir yalnızlık korkutuyor kimi zaman, kimi zaman da en sevdiğin... Bir cam kenarında oturan, yaşlı gözleriyle sokağı izleyen biri beliriyor anılarda... Eskinin kokusu vardır... Hafif rutubet, belki biraz küf... Rahatsız etmeyen bir koku... Çocukluğumun evlerinin kokusu... Tahta merdivenlerin gıcırtısı, taş evlerin serinliği...Şen kahkalar ara sıra, bir bebek ağlaması, çocuk çığlığı... Hoş sohbetler ardı sıra...Ne küresel ısınma derdi var ne de geçim sıkıntısı. Ağızların tadı kaçmamış henüz. Kuraklık

Büyük Şehir

Koşuşturma... Dinlenmek için bir dakika bile yok. Mutlaka yetişilecek bir yerler var. Ödenmesi gerekenler, konuşulması gerekenler, gökdelenler, gökü delenler! Yalnız insanlar... Yalnızlıklarına sığınmış insanlar. Yaptıkları tek şey çalışmak. Sabahtan geceye, geceden sabaha kadar... Köşelerde birbirlerini bekleyen insanlar, geç kalan insanlar. Sabah trafiği, öğlen sıcağı, akşam yorgunluğu. Bu şehir yorar insanı, koparır sevdiklerinden, hırpalar, basar üstüne. Çok güçlü olmak gerek hem de çok... Ayakta kalabilmek hatta nefes alabilmek için... Arkadaşlık ... Arkadaşlık bitti bu şehirde. Kimse kimsenin yüzüne bakmaz oldu, yollar çoktan ayrıldı. Koca bir gün gel - gitlerle geçerken insanların birbirlerini arayıp soracak ne hali var ne de zamanı... Düş görmeye bile izin vermez bu şehir. Hele aşık olmaya... Aşk... Aşklar hep kısa sürer bu şehirde. 2 kadeh içki içen herkes birbirine aşık olur. Ama bu aşkın büyüsü kadehtekiler bitince birden yok olur. Sabah uyanan kız, koşa koşa evine döner...

Kısa ve öz!

Kimi zaman günlerce süren bir tartışmadır ama asla bir sonuca varamayız... Kimimiz ömrünü bunu düşünerek harcar, kimimizin de aklına bile gelmez. Yıllar son sürat geçerken karmakarışık bir denklemin bilinmeyenlerini çözmekle uğraşır dururuz. Basit düşünüp, kolay yaşamak varken işleri zorlaştırmak hepimizin en sık yaptığı şeydir. Ailelerimiz, arkadaşlarımız, sevgililerimiz, eşimiz, dostumuz... En sevdiklerimiz... Diğer en sık yaptığımız şey de onları kırmaktır... İncitmektir... Hatta utanmadan bir de küseriz, yıllarca yüzlerine bakmayız. Biz işte bunu çok iyi başarırız! Çok uzun gibi gözüken bu yolculuk aslında aklımıza hiç gelmeyecek kadar kısadır. Bunu hem biliriz, hem de bilmezden geliriz. Gariptir insanoğlu... Sözde en akıllı yaratıktır ama bunun farkında değildir. Mantığını, zekasını sürekli birşeyleri yıkmak, bozmak için kullanır. Özellikle son zamanlarda. Bunlarla meşgulken kendini bilmeyi, evreni bilmeyi hep geçiştirir. Ama yolun sonuna geldiğinde herşey için belki de geçtir...

Bir parti versek hiç bitmeyeninden

Bitmeyen bir cumartesi gecesi eğlencesi... Müzik nasıl da coşkulu çalıyor, insanlar ne kadar da keyifli gözüküyor, şu şen kahkahalara da bakın... En son masada oturan sarışın kadının ahenkli sesi nasıl da yankılanıyor... Birbirine karışmış parfüm kokuları, dışardan en son gelip eğlenceye katılanların getirdikleri soğuğun kokusuyla karışıyor. Telefonla konuşmak için dışarıya çıkmaya çalışanlarla, tuvalete gitmek için bekleşenler birbirlerine meraklı bakışlar atıyor. İçki taşıyan barmenler bile sıkılmıyor...Öyle güzel bir gece ki onlar da kendilerini bu büyünün içine bırakıyorlar. Bir kutlama, bir şölen... Kendi içinde bir sürü particiği barındıran kocaman bir parti... İç içe geçmiş küçük küçük kalpten baloncuklar var. Herkes pembe gözlüklerini takmış, şeker kokusu sarmış sanki dört bir yanı... Notalar bile var öyle başıboş etrafta gezinen,biri yakalıyor en yaramazını, diğerlerinin arasına koyup başlıyor şarkısı söylemeye.... Sonra birden bu göz kamaştırıcı aydınlık yerini karanlığa bıra

2005 BİTERKEN... (Biraz eski)

İstanbul’un en gözde semtlerinden tutun da en arka sokaklarına kadar herkeste gizliden bir telaş var. Akşam saatlerindeki koşuşturmalar son günlerde bir kat daha arttmış, kalabalıklar daha bir fazlalaşmış sanki. Süslenen vitrinlerden insan kendi yansımasını göremez olmuş, alışveriş merkezleri hınca hınç dolmuş.Neler oluyor böyle? Bir sene sonraya ertelenen umutlar gelecek senenin ajandalarında yapılacak işler listesinde yerlerini almaya başladı. Hep bir terslik çıktı ya işler tıkırında gitmedi, planlar suya düştü belki de... Ama yeni bir yıl geliyor şimdi, koca bir yıl. Tam 365 gün var hayallere şans vermek için... Beklentilerin yerini aldatılmışlık almadan kapatmak gerek hemen eski defteri... Güvendiğim tek şey sıradanlığım. Her insanın sevinci, hüznü gibi... Kişilerin farklı olması ne kadar önemli ki? Gözlerden akan aynı yaş, yüzlerde beliren aynı gülümseme. Herkes gibi ben de koşturmuşum, tek amacım mutlu olmakmış. Ben de yatmışım günlerce, tek ihtiyacım biraz uykuymuş... Tabakl

Gerçekten gerçek!

Düşünüyorum....Bazen aynı anda o kadar çok şeyi düşünüyorum ki yorgun düşüyorum, uykuya dalıyorum. Rüya görmeye başlıyorum, uykuya dalmadan önce düşündüğüm herşey bu kez rüya olarak karşıma çıkıyor. Sonra uyanıyorum, yine düşünüyorum. Sonra bir daha bir daha.... Sonra ertesi gün oluyor, sabah oluyor, öğlen, akşam, derken gece.... Sonra derin bir sessizlik, televizyon açık, müzik açık bilgisayar da öyle... Telefon çalıyor, kapı, dışarıda birileri konuşuyor...Ama hala sessiz... Sonra bir hafta geçiyor... Belki de ay... Mevsim değişiyor, havalar aniden ısınıyor. 3 gün çok sıcak, arkası rüzgar belki de yağmur.... Sonra 1 yıl geçiyor... Ben yine erkenden kalkmışım, hazırlanıyorum, yollar beni bekliyor. Bir türlü kısalmayan, sanki her geçen gün uzayan yollar... Her zamankinden daha kalabalık, her zamankinden daha karışıklar. Her şey yerli yerinde... Otobüs, yol, insan, akbil, trafik.... Ben de öyleyim... Yerli yerimdeyim. Sonra saatler geçiyor. Gece yarısına yaklaşıyor, enerjim tükeniyor,

HANGİSİ?

Kocaman bir beyaz sayfanın ortasında minicik siyah bir nokta... Kocaman bir denizin ortasında, minicik bir sandal, kocaman bir çölün ortasında minicik bir yeşillik, kocaman bir gökyüzünün ortasında minicik bir kuş, kocaman bir evrenin ortasında minicik bir dünya.... Minicik bir kalbin ortasında kocaman bir sevgi, minicik ellerin arasında kocaman bir marifet, minicik bir aklın içinde kocaman bir fikir, minicik bir bardağın içinde kocaman bir vitamin, minicik bir duanın ardında kocaman bir dilek... Minicik mi kocaman mı, kocaman mı minicik mi? Düşünmeye değer mi yoksa bunların hepsi tamamen bir saçmalık mı?

MINIATURK!

Image
Kendimi hiç bu kdar uzun boylu hissetmemiştim! İnanılmazdı!

PİKNİK!

Image
Bundan yaklaşık 3 ay önceydi… İstanbul’un öbür ucu diye tabir ettiğimiz “uçlarından” birinde, şehrin en gürültülü, en tozlu, en karışık zamanının içindeydim. Birden telefonum çaldı. Tanımadığım bir numara… Açtım merakla. Telefonun diğer ucundaki kişinin ne dediğini çok zor duyuyordum araba kornaları yüzünden. Hiçbir şey anlamama rağmen çaresiz ne derse evet demek zorundaymışım gibi hissettim. Ama telefonu kapattığımda içim hiç rahat değildi, aklımdaki kocaman soru işareti beni oldukça rahatsız ediyordu. Akşam oldu, şehir sakinleşti, ben de sakinleştim… Derhal telefonumu aldım elime ve beni arayan o gizemli numarayı buldum… Hemen aradım ve karşımdaki o sese, bir önceki telefon görüşmemizden hiç ama hiç bir şey anlamadığımı, bunda benim hiçbir kabahatim olmadığını, etraftaki gürültüden dolayı böyle bir talihsizlik yaşadığımı, normalde her şeyi bir kerede anlayabilen birisi olduğumu açıklama isteğimi sonuna kadar bastırarak dile getirdim. Bu ruh beni epey bir zorlamıştı ne yalan söyleyeyi

Geç kalmış saygı duruşu sonbahara

Şimdi böyle karanlık oldu günün bu saatinde... Şakır şakır yağmurun sesi duyuluyor yine... Havanın gitgede soğuduğu besbelli, yetmiyor ince montlar, yazdan kalmış ayakkabılar, t-shirtler... Yazdan kalmış kafalar da yetmiyor, değiştirmek lazım bu kafaları da...Toptan bir değişiklik bir nevi temizlik... Saç modelini bile değiştirmek lazım belki de, iyice havaya girmek için. Daha çok yazmak daha çok okumak, yeni yerlere gitmek, yeni insanlarla tanışmak, eskileri tamamen silmek lazım..Gitmek lazım aslında buralardan... O özlenen duyguyu bir kez daha hissetmek... Yabancı olmanın verdiği rahatlık ve özgürlüğün içinde kaybolmak lazım. Değişik gözlerle göz göze gelip, gözleri kaçırmamak lazım. Gülümsemek lazım, selam vermek lazım... Tanışmak lazım,telefon numarası vermek, telefon beklemek lazım... Kaçmak lazım, yorganın altına saklanmak lazım. Sorarlarsa yok dedirtmek, tek başına kalıp düşünmek lazım, köprünün üstünden geçmek lazım, sigara yakmak lazım denize karşı.... Güneşin batışına bakmak

Karşı pencereden

Adam dedi ki :" Senden sonra renkleri bizden kalan nostaljide aramal ıyım. Senden sonra , bizi utangaç ve gizemli yapan acının bile hasretini çekiyorum . Bekleyişin , vazgeçişlerin , şifreli mesajlar ın hasretini çekiyorum . Görmek istemeyen körlerin dünyas ı ndaki kaçak bak ı şlar ımızın da ... Eğer görünseydik , onlar ın utanc ı, onlar ın nefreti , onlar ın zorbal ığı olacakt ık. Senden af dileyecek cesaretimin olmay ışının acısını çekiyorum . Bundan dolay ı artık pencerenden içeri bile bakamam . Daha ismini bile bilmezken , daima orada , seni gördüğüm yerdeydin ve daha iyi bir dünyan ın düşünü kuruyordun ; bir ağac ın bir ağaç oluşunun engellenmediği bir dünya ve mavinin gökyüzü olabildiği bir yer..." Kad ın dedi ki :" Senin jestlerini kendimde buluyorum ; seni kelimelerimden tanı yorum ." .. Ve kad ın dedi ki : " Seni bı rakan herkes , kendinden bir parça bı rak ı yor . Anı lar ın sı rr ı bu de

Gerçekler...

Image
Sadece aklıma gelmişti aslında.. Öylesine çıkmışlardı ağzımdan o sözcükler. Hiç birini özellikle seçmemiştim... Ama oldu... Söyleyiverdim. Sonunu hiç düşünmeden... Olacakları tahmin edemedim. Yalnızlığıma yenilmiştim... Sonra da zaman beklediğimden de hızlı geçti. Hiç bir şeyi planlamadığım için her şey dağıldı. Bütün düşünceler havada asılı kaldı, hisler alt üst oldu. Tıpkı düzenim gibi. Neye inanacağımı şaşırdım. Beynim uyuştu, gözlerim doldu. Ve ağladım ağladım... Hiç bitmeyecek gibi gözüken bilinmez bir yolculuğa girdim. Allahtan yalnız değildim... Yalnız olsam başlamadan biterdi bu sonu belli olmayan yolculuk. Koşa koşa geri dönerdim bildiğim yere... Bakamazdım tanımadağım yüzlere, dokunamazdım kokusuna alışık olmadığım nesnelere, uykuya dalamazdım yorgun bedenimle... Şimdi belirsiz bir hikayenin ilk paragraflarını yazıyor parmaklarım, gözlerimse göremiyor o kadar uzakları, ellerim dokunamıyor benimdir dedim eşyalara... Bugünlerde aynaya her baktığımdaki gördüğüm ifade hissettiğim

Yine mi aynı şeyler!

Aradan bu kez birkaç ay geçti. Ve ben yine aynı şeyleri düşünmeye başladım. Aslında yüzüm yok bunları yazmaya ya da aklımdan geçirmeye... ama içim kalamaz böyle olamaz. Doğru sözcükleri tutup yakalamak bazen ne kadar da zor oluyor. Kafam bazen ne kadar da karışık oluyor. Havada kalmış bir sürü düşünce zamansız gelen bu yaz mevsimi gibi beni bunaltıyor. Yağmur ha yağdı ha yağacak derken toprağa bir damla bile düşmüyor. Aynı gökyüzündeki bulutlar gibi birbirimizi sıkıştırıp durmaktan, sıkmaktan öteye gidemiyoruz. Arada bir patlıyoruz ama bu da çok kısa sürüyor. Bizim görmediğimiz, duymadığımız, hissetmediğimiz bir saatde belki yağmur yağıyordur. Belki birisi o kadar çok içten yavarır ki kurumuş toprağına azcık serinlik gelsin diye dayanamaz bulutlar buna... Salıverirler içlerinde ne varsa biiriktirdikleri... keşke bulut olsaydım... zaten benim yağmur olmam çok zor... Daha çok sıcak olacak ortalık, önce çekmem gereken uzun kuraklık zamanları var. Etmem gereken çok yağmur duası var. Bozm

Sinirini başkasından çıkarma!

Image
Son günlerde aklımı karıştıran, meşgul eden yeni bir şey daha var. Sinirini başkalarından çıkarma olayı. Can sıkıcı bir olay yaşanır, kendini haklı gördüğün bir mevzuda tam tersiymiş gibi kendini hissedersin, sinirlenirsin ama sinirini karşındakine gösteremezsin. Sen de naparsın? Gidip gücünün yettiğine durduk yere bağırmaya, kızmaya, yoktan yere azarlamaya başalrsın. Çevrendekiler sana sinir olur, sen kendine sinir olmazsın, çünkü o an dünyanın en haklı insanısın. Ne münasebet!!!Kısacası egolarını tatmin etmek için, kendilerine kızanlara ses çıkaramayıp, gücünün yettiği sandıklarına sataşan tiplerden nefret ediyorum. Onlara katlanamıyorum... Benle ilgili olsun olmasın duramıyorum, olaya müdahele ediyorum. Sonra gene suçlu ben oluyorum, gene ben... Nereye kadar peki?