Posts

Showing posts from July, 2011

Asmalımescit için benim de birkaç lafım var arkadaşım!

Şimdi artistlik sırası bende. 82 kuşağının bir temsilcisi olarak ve doğma-büyüme-çocukluk-gençlik-şimdilerde yetişkinlik- İstanbul'lu olarak, neredeyse 15 yaşından beri Beyoğlu'nda bulunmuşumdur. O şimdilerde bilinçsizce savunduğunuz Asmalımescitlerde, Nevizadelerde, Tünellerde tinercilerle beraber fink atartık zamanında, gece 11'den sonra bazı sokaklar o kadar ıssız olurdu ki, koşa koşa geçerdik korkudan, kaldırımlarda oturup şarap içerdik, şarkı söylerdik, yuvarlanırdık yerlerde. Azcık sarhoş olunca korku falan kalmazdı tabii... Minik minik kafeler vardı, Asmalımescit'de, orada çalışan garsonlara aşık olurduk. Şimdi metrekaresi 1000 Liradan başlayan o dükkanların önünde oturur, hayat niye böyle lan diye dertlenirdik. Yok rakıymış,  yok mezeymiş, yok topuklu ayakkabılı ablalarmış, yok plazadaki ofisinden fırlayıp oralarda göbeğini hoplatan abilermiş, yok kalın çerçeveli gözlüğünü takıp kendini tasarımcı sanan kızlarmış, yok bilmem neymiş, hiç bilmezdik... Diyorum ya bi

Bu saatten sonra enstrüman çalamayacağıma göre...

Image
"Müziğe ilgim çok küçük yaşlarda başladı. 3 yaşında falan annemin saç fırçasını mikrofon gibi kullanıp ayna karşısında hem şarkılar söyler, hem de dans ederdim. Hatta böyle hafta sonları falan bütün aile toplanır ben de onlara konserler verirdim. ihiihihihi..." Demedim tabii hiçbir zaman. Küçüklüğüme dair müzikle ilgili en belirgin anım, annem mutfakta yemek yaparken Türk Sanat müziği, Zeki Müren, Muazzez Abacı falan söylememdi. Bütün apartman alkışlamıştı bir keresinde artık nasıl bağırdıysam... Beni bir gün biri -apartmana gelen misafirlerin arasında gazinocular kralı varsa- keşfeder diye her akşam şarkı söylemeye başlamıştım. Ta ki annem yeter artık diyene kadar. Bir de babamın Topkapı'dan aldığı Michael Jackson ve Madonna kasetleri vardı tabii, bildiğin kaset ahhh ne güzeldi onlar,  o zamanların pop şarkıcıları işte Vanilia Ice'lar falan, Allah ne verdiyse...Güzeldi abimle dinler dans ederdik, ta ki dedem camiden gelene kadar... Sonra büyüdük müyüdük, ortaok

Ne bakıyosun?

"Bana okulun yerini sordu, ben de dedim şurdan gitçen falan diye, sonra bu geçerken bana çarptı, bir de söylendi, baktı tip tip, ben de ne bakıyon dayı dedim, sonra geldi koydu bir tane...." Onlar birbirlerine yumruk attıkça benim midem bulandı, kusmak istedim yüzlerine yüzlerine... Genç olan yaşlı olanı yumruklarken aslında onu değil, ortaokulda "senden bir bok olmaz" diyen matematik hocasını, gece alkollu geldi diye kendisine küfreden babasını, üniversiteyi birincilikle bitiren amcasının oğlunu, hergün hakaretlerine maruz kaldığını usta başını, geçen gün yol vermeyen o üstü açık  BMW'nin sürücüsünü yumrukluyordu... Tam olarak bilemiyorum ama sanırım Körfez Savaşı'nın patlak verdiği yıllardı, ben de ilkokula başlamıştım, erkekler askere alınacak gibi birşeyler duymuştum, babam da askere gidecek diye gizli gizli ağlamıştım... Sonra kendi kendime "Eğer gerçekten babam askere giderse ben de gizlice onunla giderim ve savaş meydanında DURUN! diye bağırı

Aksaray üst geçitin altındaki adam.

Orda işte, her sabahki gibi yine orda.. Dönmüş arkasını insanlara, arabalara, koca bir şehre... Dönmüş arkasını dünyaya, uyumaya çalışıyor. Uyutmuyorlar oysa, korna çalıyorlar, bağırıyorlar, dövüyorlar, tecavüz ediyorlar... Birazdan pes edecek ,  kalkacak yattığı pis ve rahatsız yerden, kara poşetinin içinden çıkaracak ucuz şarabını, şanslıysa bir de sigarasını... Çıkaracak o kara poşetinden bütün kadersizliğini, hiçliğini... Biz de işe gitmeye devam edeceğiz, hiç birşey olmamış gibi!

Doğa'yla başbaşa olmak istemeyi anlıyorum fakat....

Image
Güneşi çok sevmem, kışın parlayanını tercih ederim, yaz sıcaklalarından hiç hazetmem, midem bulanır, terlerim, halsiz düşerim, yemek yiyeyem, içki içemem vs... O yüzden orman tatillerini tercih ederim, yani ağaçlar altında bir yerlerde kalıyım, sabah bir sincapla göz göze geliyim vay efendim baykuşlar ötsün bütün gece, bayılırım, gece vakti orman yürüyüşü yapmaktan hem çok korkar hem de çok severim... Çalı çırğı toplamak, çimenlerde yuvarlanmak, ormanının sesini dinlemek...Akşama kadar o krem senin bu krem benim heryerimi yağlıyım, güneşin alnında yatıyım malak gibi, ay yazarken bile fenalaştım! Zaten doğanın bir parçası olan insanın, herşeyi yakıp sonra bir ağaç görebilmek  için kilometrelerce yol gitmesi hiç akıl kari değil ama çok geç kaldık biliyorum. Ayrcıa pyhscodelic kafalar yaşayanların güneyde bir dağın yamacına gidip,  orada dans ve pis pis kıyafetler eşliğinde yerlerde sürünmeleri bana kusura bakmayın ama çok saçma geliyor. Gerçekten o giydikleri kıyafetler benim midemi bu

Çoklu kişilik bölünmesi yaşamaktayım.

Bir bakmışım bebek poposunu öpen bir anne olmuşum, bir bakmışım klavye başında iş kadını, hoooppp derken evlat olmuşum annemin dizinde, akşama da eş olmuşum evimde. Bazen gerçekten ne olduğumu şaşırıyorum, ben şimdi hangisini yapacaktım????

Tatil fotoğraflarımı paylaşabilecek kadar medeni cesaretim olsaydı keşke....

Dayanamıyorum, ne sıcağa ne güneşe... Bulutlu İstanbulum benim, seni bazen çok seviyorum. Uzaklaşmanın adı bile güzelken, nereye gidersem gideyim, aklımdakilerden uzaklaşamadığımı yine bol bol tecrübe ettiğim bir tatildi...