1.Rüya

Rüya... Bilinç altımızın kurmacaları, oyunları...
Uykumuzun derinliklerindeki sisli perdenin ardında neler yaşamıyoruz ki? Kimi zaman hiç bitmesini istemediğimiz bir aşk filminin baş kahramanıyız, kimi zaman da peşimizdeki korkunç canavarlardan kaçabildiğimiz kadar kaçtığımız karanlık bir ormanın ortasındayız... Yorumlarız, inanırız, tersi çıkar deriz, kan görmüşsek bozuldu deriz, uyanınca unuturuz uyuyunca da devamını görürürüz... Bazen sevdiğimizi görebildiğimiz tek yerdir ...Kavuşamadıklarımızı, ayrıldıklarımızı, ayrılmak zorunda kaldıklarımızı... Hayatımızın hem içinde hem dışında.... Başka boyuta firarlarımız.... Rüyalara hangimiz inanmayız?
Bundan birkaç gece önce gördüm onu rüyamda... Nasıl mı ? Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum....1.RÜYA
Kapalı bir yer, sanırım bir ev, bir odanın içindeyim. Etrafımda tanımadığım ama her nedense kendime yakın hissettiğim insanlar var. Hepimiz bir bekleyiş içindeyiz. Telaşlı, meraklı... Üzgün bir hava hakim o hiç tanımadığım yerde ve insanların yüzünde... Bu hüzün yüzünden iyiden iyiye paniğe kaplıyorum, hayatımda ilk kez gördüğüm bu insanlarla neden aynı duyguları hissediyorum ki? Peki ya neden bu kadar kızgınım, kime kızgınım... Sabırsızım, bir an evvel orada ne işim olduğunu öğrenmek istiyorum. Zaman geçtikçe kızgınlığım artıyor... Yanımda bir kadın... Uzun boylu, başörtülü bir kadın... Yaşı benden büyük belli ki... Konuşmaya başlıyoruz. Bana zengin olmak isteyip istemediğimi soruyor..
-Afedersiniz, anlamadım
-Zengin olmak ister misin diye sordum.
-Bilmem, neden sordunuz
-Sen sadece cevap ver
-Onu görmeye gidersem zengin olacağımı mı ima ediyorsunuz?
-Zengin olmayı istemiyor musun?
-Çok fazla zengin olmak istemem, beni ve sevdiklerimi mutlu edecek kadar param olsa yeter....
Sanki hepimizin Onu ziyarete gelmişiz. Ben neden kalkıp geldiğimi, beni hiç arayıp sormayan birinin neden ayağına geldiğimi merak ederken birden kendimi içeride buluyorum. İşte tam karşımda... Yıllardır görmediğim güzel yüz tam karşımda.. Sapsarı saçları, omuzlarından aşağıya akasya yaprakları gibi dökülüyor, bembeyaz elleriyle onları her savuruşunda odanın içini hoş bir koku kaplıyor. Bana bakıyor, yüzünde anlamsız bir ifade... Hayal kırıklığı sarıyor birden bütün benliğimi, beni tanımıyor. Hiç konuşmadan sadece biribirimize bakmaya başlıyoruz. Birden yüzündeki o anlamsız ifade yerini gülümseye bırakıyor. Bana doğru birkaç adım atıyor... Gerçekten heyecanlanmaya başlıyorum.
-Nilay?
-Evet...
Ve uzun zamandır görüşmeyen bu iki dost birbirini kucaklıyor.
Hayatımın bugününden yaklaşık 15 sene öncesi gözlerimin önünden geçmeye başlıyor. Sanki kaybetmiş olduğum çok değerli birşeyimi bulmuşum gibi mutluyum, kalbim sıcacık... Hissetiğim şey sadece sevgi, geri kalan bütün duygularımı yitiriyorum sanki....Konuşucak, anlatacak o kadar çok şey var ki, nereden başlasam bilemiyorum. Ama herşeyden önce, O’na sormam gereken çok önemli bir şey olduğu aklıma geliyor. Kızı... Evet, o artık bir anne, genç bir anne. İnsan çocukluk arkadaşının şimdi anne olmasına bir türlü inanamıyor, anne dediğin benim annem, herkesin annesi gibi olmalı sanki.. Hafif tombul, orta boylu, kumral, ev hanımı... Hiç sarışın, uzun boylu, zayıf ve bu kadar genç bir anne olur mu?
Ben bunları düşünürken, birden içeri dünyalar tatlısı küçük bir hanım geliyor.
-Damla? İsmi çıkıyor ağzımdan
-Evet, nereden bildin, işte benim küçük kızım Damla...
-Bilmiyorum...Sadece bir his...
Ne kadar narin, ne kadar da naif... O kadar güzel ki yüzü, insan bakmaya kıyamıyor.Kocaman kocaman gözleri ile etrafa bakan bu küçük kız Damla, onun kızı Damla!
... ve uyandım.

Comments

Popular posts from this blog

333333333333333333!!!!

4444444444444