Bir parti versek hiç bitmeyeninden
Bitmeyen bir cumartesi gecesi eğlencesi... Müzik nasıl da coşkulu çalıyor, insanlar ne kadar da keyifli gözüküyor, şu şen kahkahalara da bakın... En son masada oturan sarışın kadının ahenkli sesi nasıl da yankılanıyor... Birbirine karışmış parfüm kokuları, dışardan en son gelip eğlenceye katılanların getirdikleri soğuğun kokusuyla karışıyor. Telefonla konuşmak için dışarıya çıkmaya çalışanlarla, tuvalete gitmek için bekleşenler birbirlerine meraklı bakışlar atıyor. İçki taşıyan barmenler bile sıkılmıyor...Öyle güzel bir gece ki onlar da kendilerini bu büyünün içine bırakıyorlar. Bir kutlama, bir şölen... Kendi içinde bir sürü particiği barındıran kocaman bir parti... İç içe geçmiş küçük küçük kalpten baloncuklar var. Herkes pembe gözlüklerini takmış, şeker kokusu sarmış sanki dört bir yanı... Notalar bile var öyle başıboş etrafta gezinen,biri yakalıyor en yaramazını, diğerlerinin arasına koyup başlıyor şarkısı söylemeye....
Sonra birden bu göz kamaştırıcı aydınlık yerini karanlığa bırakıveriyor... Elektrikler mi kesiliyor yoksa sigorta mı atıyor bilinmez... Önce herkesten bir “Aaaaaaaaaa” sesi duyuluyor, sonra bu sesler yavaş yavaş kesiliyor, karanlık ve sessizlik birbirine karışıyor, güzel kokular penceresi uzun zamandır açılmamış bir odanın boğucu havasına dönüşüyor, pembenin üstüne kocaman bir çizgi çekiliyor tükenmez kalemle...Sonlardaki bir masada zayıf bir ışık görünüyor belli belirsiz... Bir de garip bir ses kalmış o şamatadan... Parmakları tahta bir masaya vurduğun zaman çıkan bir ses gibi...”Tıkır tıkır”...
Ama artık bitmek zorunda o çılgın eğlence. Yorgun bir uykuya dalıp, yorgun bir güne başlanacak, yorgun bedenlerle. Başlayan bir hafta yeni cumartesileri getirecek uzayıp giden, hiç bitmeyen bir döngünün içinde arayıp bulmaya çalışacağız kaybedilenleri. Tıpkı o partideki parıldayan kocaman mavi gözleri arar gibi. Nereye kayboldu, acaba camdan baksam bizim evden görebilir miyim ki?... Sanmıyorum...
Sanmamakta ne kadar haklıymışım, kaç gün geçti üstünden ne bir haber var ne de bir ses... Sadece bir karın ağrısı var, bir de arada gelen mide bulantıları... Uyumak lazım şimdi en derininden, battaniyeyi yüze kadar çekip karanlıktaki görünmeyenlerle saklambaç oynama zamanı! Belki bir tek onlar anlar beni, onlar çözer bu karmaşık halimi. Çünkü ben de çoğu zaman görünmez oluyorum ama bu görünmezlik ben istediğim zaman olmuyor. Elime sihirli bir anahtar verilince bütün şehrin kapılarını açabileceğimin hayali gibiydi görünmez olmak... Ama sedece ben istediğim zaman, öbür türlüsü çok canımı acıtıyor ve kalbimi üzüyor. Görmüyorsun beni, boyum mu çok kısa nedir oradan gözük müyor muyum yoksa?... İşe yaramıyor en şık kıyafetler, kusursuz makyajlar, hoş kokulu parfümler... Nasıl da saçmalıyorum yanında di' mi? Sırf senin gözüne girmek için, senin hoşlandıklarından hoşlandığımı sana ispatlamak için çoğu zaman ne diyeceğimi şaşırıp sadece saçmalıyorum. En güzeli benim susmam diye düşünüp öylece hiç konuşmadan sana bakayım diyorum. O da olmuyor, seni görünce dünyanın en mutlu insanı oluyorum ve bu mutluluğumun yansımaları senin gözünü kamaştırmıyor. Senin gözlerini kamaştıran bir başkası var biliyorum ama ben de bir başkasınınkini kör ediyorum belki ... O bir başkası da bir başkasını.. Sonsuza kadar uzayıp giden bu döngü içerisinde kimler kavuşabiliyor, kimler aşklarına bir şans verip sevdim sevilmedim türküsünden vazgeçiyor?
En son o cumartesi gecesi olduğu gibi... Yine aynı yerdeydik, sen yine aynı yerde oturuyordun, yine sigara vardı elinde, o mont vardı, bir de en sevdiğim ayakkabılarını giymiştin. Saatler bile görevlerinin bilincindeydi sanki, akreple yelkovan iş bölümü yapmış doğru zamanı gösteriyorlardı. Aynı saatde içeri girip, barın en güzel yerinde, seninle güzel olan o yerde oturuyordun. Yapacağın her hareketi tahmin edebiliyordum, önce tanıdık eşe dosta verilen birer selam ardından montunu çıkarman, çantanı sandalyene asman, sigaralığını çıkartıp o gümüş rengi çakmağının yanına koyman ve kahve fincanın bunlara eşlik ederek hikayeyi tamamlamaları... Ama bu kez ters giden birşeyler vardı... Ne selam verdin arkadaşlarına, ne en güzel yere oturdun ne de kahve içtin. Herşey bambaşka oldu, suratındaki o her zamanki dinginlik ifadesi yerine son derece üzgün bir hal vardı. Seni böyle görünce ben de oturduğum yerde eridim ve sıkıntının bütün ağırlığını üstüme aldım sanki.... Ben alırım almasa ama senden çıkmaması beni nasıl da üzdü nasıl da hayata küstürdü bir anda...
Sonra birden bu göz kamaştırıcı aydınlık yerini karanlığa bırakıveriyor... Elektrikler mi kesiliyor yoksa sigorta mı atıyor bilinmez... Önce herkesten bir “Aaaaaaaaaa” sesi duyuluyor, sonra bu sesler yavaş yavaş kesiliyor, karanlık ve sessizlik birbirine karışıyor, güzel kokular penceresi uzun zamandır açılmamış bir odanın boğucu havasına dönüşüyor, pembenin üstüne kocaman bir çizgi çekiliyor tükenmez kalemle...Sonlardaki bir masada zayıf bir ışık görünüyor belli belirsiz... Bir de garip bir ses kalmış o şamatadan... Parmakları tahta bir masaya vurduğun zaman çıkan bir ses gibi...”Tıkır tıkır”...
Ama artık bitmek zorunda o çılgın eğlence. Yorgun bir uykuya dalıp, yorgun bir güne başlanacak, yorgun bedenlerle. Başlayan bir hafta yeni cumartesileri getirecek uzayıp giden, hiç bitmeyen bir döngünün içinde arayıp bulmaya çalışacağız kaybedilenleri. Tıpkı o partideki parıldayan kocaman mavi gözleri arar gibi. Nereye kayboldu, acaba camdan baksam bizim evden görebilir miyim ki?... Sanmıyorum...
Sanmamakta ne kadar haklıymışım, kaç gün geçti üstünden ne bir haber var ne de bir ses... Sadece bir karın ağrısı var, bir de arada gelen mide bulantıları... Uyumak lazım şimdi en derininden, battaniyeyi yüze kadar çekip karanlıktaki görünmeyenlerle saklambaç oynama zamanı! Belki bir tek onlar anlar beni, onlar çözer bu karmaşık halimi. Çünkü ben de çoğu zaman görünmez oluyorum ama bu görünmezlik ben istediğim zaman olmuyor. Elime sihirli bir anahtar verilince bütün şehrin kapılarını açabileceğimin hayali gibiydi görünmez olmak... Ama sedece ben istediğim zaman, öbür türlüsü çok canımı acıtıyor ve kalbimi üzüyor. Görmüyorsun beni, boyum mu çok kısa nedir oradan gözük müyor muyum yoksa?... İşe yaramıyor en şık kıyafetler, kusursuz makyajlar, hoş kokulu parfümler... Nasıl da saçmalıyorum yanında di' mi? Sırf senin gözüne girmek için, senin hoşlandıklarından hoşlandığımı sana ispatlamak için çoğu zaman ne diyeceğimi şaşırıp sadece saçmalıyorum. En güzeli benim susmam diye düşünüp öylece hiç konuşmadan sana bakayım diyorum. O da olmuyor, seni görünce dünyanın en mutlu insanı oluyorum ve bu mutluluğumun yansımaları senin gözünü kamaştırmıyor. Senin gözlerini kamaştıran bir başkası var biliyorum ama ben de bir başkasınınkini kör ediyorum belki ... O bir başkası da bir başkasını.. Sonsuza kadar uzayıp giden bu döngü içerisinde kimler kavuşabiliyor, kimler aşklarına bir şans verip sevdim sevilmedim türküsünden vazgeçiyor?
En son o cumartesi gecesi olduğu gibi... Yine aynı yerdeydik, sen yine aynı yerde oturuyordun, yine sigara vardı elinde, o mont vardı, bir de en sevdiğim ayakkabılarını giymiştin. Saatler bile görevlerinin bilincindeydi sanki, akreple yelkovan iş bölümü yapmış doğru zamanı gösteriyorlardı. Aynı saatde içeri girip, barın en güzel yerinde, seninle güzel olan o yerde oturuyordun. Yapacağın her hareketi tahmin edebiliyordum, önce tanıdık eşe dosta verilen birer selam ardından montunu çıkarman, çantanı sandalyene asman, sigaralığını çıkartıp o gümüş rengi çakmağının yanına koyman ve kahve fincanın bunlara eşlik ederek hikayeyi tamamlamaları... Ama bu kez ters giden birşeyler vardı... Ne selam verdin arkadaşlarına, ne en güzel yere oturdun ne de kahve içtin. Herşey bambaşka oldu, suratındaki o her zamanki dinginlik ifadesi yerine son derece üzgün bir hal vardı. Seni böyle görünce ben de oturduğum yerde eridim ve sıkıntının bütün ağırlığını üstüme aldım sanki.... Ben alırım almasa ama senden çıkmaması beni nasıl da üzdü nasıl da hayata küstürdü bir anda...
Comments